بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

  وَمَن يَعْتَصِم بِاللّهِ فَقَدْ هُدِيَ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
 

            DEMOKRASİ ŞEHİTLERİMİZE SELAM OLSUN !                      

                                          

HAMD alemleri yaratan, yaşatan ve koruyan Allah(cc) a selatü selam, onun kulu ve resulu olan Hz.Muhammed (sav)e, bütün peygamberlere, peygamberlerin ashabına ve tüm İslam a inananların üzerlerine olsun.
 ‘’Nefsinin arzusunu ilâh edinen, Allah’ın; (hâlini) bildiği için saptırdığı ve kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?’’
                     Casiye suresi/23
‘’Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, Allah(cc)a karşı yalan uydurmak için, “Şu helâldir”, “Şu haramdır” demeyin. Şüphesiz, Allah(cc)a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler.’’
                   Nahl suresi/116
‘’Onları gördüğünde gövdeleri hoşuna gider. Bir şey konuşsalar sözlerine kulak verirsin. Onlar birbirine Hint kumaşı giydirilmiş kütük parçaları gibidirler. Her bağırtıyı aleyhlerinde zannederler.Onlardan sakın! Onlar düşmandır! Sakın onlardan! Allah onları kahretsin! Nasıl da aldatıp döndürülüyorlar!’’

                       Munafıkun suresi/4
‘’Yeryüzünde hiç dolaşmadılar mı ki, kalpleri olsun da onunla akıllarını çalıştırsınlar, kulakları olsun da onlarla duysunlar. Şu bir gerçek ki, kafadaki gözler kör olmaz ama göğüslerin içindeki gönüller körleşir.’’
           Hac suresi/46
  
Yirminci yüzyıl teknoloji çağıydı.Teknolojiyi elinde bulunduranlar gücü de ellerinde bulunduruyorlardı.Teknoloji satışından elde edilen gelirler katlandıkça, teknoloji satanların iştahı kabardıkça kabardı.Yirmi birinci yüzyıla girerken iletişim teknolojileri öylesine gelişmişti ki bilgi aktarımının hızı baş döndürücü bir hal aldı.Kolayca bilgiye ulaşmak, görüntülü haberleşmeler, bir insanın tek başına bir haber ajansı gibi çalışır duruma gelmesi…
Bütün bunların heyecan verici olduğu doğru. Ama bir de madalyonun öbür tarafına bakarsak; saf ve doğru bilginin yayılması ne kadar hızlı ve kolaysa asılsız,yanlış, çarpıtılmış bilginin yayılması da aynı süratte olmaktadır.
Bilgi hızının artışına paralel olarak bilgi kirliliği de çığ gibi büyüdü.İnsanlar bilgi bombardımanı altında,güvenilir gerçek bilgilere ulaşmak için fazladan zaman harcamak zorunda kalıyor. Bilgi çöplüğünden doğru bilgiye ulaşmak ise samanlıkta iğne aramaya eş değer hale geldi. Her konuda olduğu gibi dini konularda da bilgi kirliliği de ne yazık ki hızla yayıldı ve insanları çelişkilere şevketti.
Neye inanacaklarına şaşıran insanlar farkında olmadan dinlerinden uzaklaştılar. Öyle ki  din adamları da birbirlerini yalanlar hale geldiler. Dinin esaslarını akıllarıyla yorumlamaya başladılar. Böyle bir ortamda biz de has bel kader hakikatlerin  kuran ve sünnette olduğunu hatırlatmak için bu yazımızı yazdık. Say ve gayret bizden Tevfik ve inayet yüce mevlamızdan.
Bizi böyle bir çalışmaya iten en önemli sebep;  Gerçek ehl-i sünnet akidesinin iman, itikat ve amel gibi bu üç unsurunun yerine. akıl ve mantık la yapılan yorumlarla birlikte dinin aslından uzaklaştırılmasıdır. İslamın esasını teşkil eden iman, itikat ve amel konularının akıl ve mantıkla yorumlanması,Müslümanların ebedi hayatlarının mahvına sebep olmaktadır.İslamın esas ve usulü bir yana, teamülde bile olmayan Bid’at ve hurafeler o kadar yaygınlaştı ki bunlar adeta din yerine geçmeye başladı. Ne yazık ki günümüz alimleri de bu hususlarda çoğunluğa uyarak bunları göz ardı etmeye başladı. Halbuki yüce mevlamız;
‘’Yeryüzünde bulunan(insan) ların çoğuna uysan, seni Allâh'ın yolundan saptırırlar. Onlar sadece zannediyorlar ve onlar sadece saçmalıyorlar.’’
                Enam suresi/116
‘’İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah(c.c) sakınasınız diye emretti.’’
            Enam suresi/153
Ebu said-i Hudri (r.anh)den şöyle rivayet olunmuştur; Resulullah(sav) in şöyle buyurduğunu işittim, ‘’Sizin içinizde öyle zümreler türeyecektir ki,Siz,onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı, onların oruçlarının yanında kendi oruçlarınızı, Onların iyi işleri yanında kendi salih amellerinizi küçük göreceksiniz.Onlar kur-an da okuyacaklar.Ancak okudukları kuran hançerlerinden aşağıya  geçmez(onlar kur’ana uymayacaklar. )Okun avı  delip çıktığı gibi dinden çıkacaklar.Okun sahibi avı delip geçen okun uç kısmına(demirine) bakar kan izi göremez.’’
                            Tec. sar..sah.buh.tec.sar.terc./1783
Bu benzetme kişinin dinden nasıl bir suratle çıktığını izah etmektedir.Öyleki dinden çıkan kendisinin bile haberi olmaz
.
‘’Yalanı, ancak Allah(cc)ın ayetlerine inanmayanlar uydurur. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir.’’
        Nahl suresi/105
İman dan çıkaran en büyük fiil yalan söylemektir. Yalan söyleyen imandan çıkar. Bu dinden süratle çıkanların en büyük özellikleri yalancılıklarıdır. Eğer bir kişi yalan söylüyor. takiye yapıyorsa ondan hemen uzaklaşmalıyız. Yoksa biz de dinden çıkacak fiillere alışırız, imanımızdan oluruz. Kişinin dinden çıktığını ancak kuran ve sünnet ölçüsüyle anlayabiliriz. Dinden çıkan kimseler için kuranda yüce mevlamız  şöyle buyurmaktadır:
‘’Onlardan birçoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. And olsun ki kendileri için önceden (ahirete) gönderdikleri şey; Allah(cc)ın onlara gazap etmesi ne kötüdür! Onlar azap içinde ebedî kalıcıdırlar.’’
     Maide suresi/80
‘’Eğer Allah(cc)a, Peygamber’e ve ona indirilene (Kur’an’a) inanıyor olsalardı, onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi. Fakat onlardan birçoğu fasık kimselerdir.’’
     Maide suresi/81
Bu ayet ve hadisleri bilen alimler var mı var! Ama bunları yazanlar söyleyenler var mı  onlar  yok. Neden? Çünkü yeni islam yeniden islam projesine uymaz. Dolayısıyla da onların işine gelmez.Sadece bu değil! Aldıkları eğitim onlara hakikati öğretmedi.Devlet, kuruluş felsefesine göre her konuda toplumu kendisine göre şekillendirir. Cumhuriyetin kuruluş felsefesi laiklik ilkesidir. Laik din adamları yetiştirmiştir. Onlar da laikliğe uygun davranmak zorundadır. İşte sorun burada başlıyor. Tamamı müslüman olan bir toplumu laik bir sisteme angaje etmek!. Asıl devlet için en büyük tehlike bura dan başlamıştır. Acaba cumhuriyeti kuranlar bu tehlikeyi bilmiyor muydu?
1907 yılı sonunda Paris'te tüm muhalif gruplar ve Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaksutyun)'un katılımı ile Ahmet Rıza, Prens Sabahaddin ve Malumyan'ın ortak başkanlığında II. Jön Türk Kongresi düzenlendi. Bu sefer dış müdahale konusu ortaya atılmadı ve üç gün süren kongre çalışmalarını 29 Aralık’ta tamamlayarak bir bildirge yayımladı.
Bu beyanname ile katılımcıların II. Abdülhamid’i tahttan inmeye zorlamak ve parlamenter bir yönetimin kurulması etrafında birleştikleri duyuruldu
Milli Mücadele kadrolarının büyük bölümü eski İttihatçılardan oluştu. Başta Mustafa Kemal olmak üzere Rauf, Fethi, Kâzım Karabekir, İsmet (İnönü), Celal (Bayar), Adnan (Adıvar), Şükrü, Rahmi, Çerkes Reşit, Çerkez Ethem, Bekir Sami, Yusuf Kemal, Celaleddin Arif, Ağaoğlu Ahmet, Recep (Peker), Şemsettin (Günaltay), Hüseyin Avni, Ziya Hurşit Beyler gibi milliyetçi liderlerin tümü eski İTC(ittihat ve terakki cemiyeti) kadroları ve hatta Teşkilat-ı Mahsusa görevlileri idiler.
İttihatçı hareketin basın ve propaganda sözcülerinden Ziya Gökalp, Mehmet Emin (Yurdakul), Mehmet Akif (Ersoy), Celal Nuri (İleri), Yunus Nadi (Abalıoğlu), Falih Rıfkı (Atay), Velid Ebüzziya ve diğerleri Milli Mücadele'nin de savunuculuğunu üstlendiler.
Evet bilmiyorlardı!. Çünkü  onların hepsi askerdi, gayeleri sadece gücü ele geçirmekti, toplumun durumunu ve vereceği tepkileri düşünemezlerdi. Arkalarında Paris londra ve Avrupa vardı. Hedeflerine ulaşmaktan başka hiç bir şeyi düşünemezlerdi.
Cumhuriyeti kurduktan sonra da aynı kadro yine dışarıdan yönetilmeye devam etti. 9 Ağustos 1928'de  latin harfleri Cumhuriyet Halk Partisi'nin Gülhane'deki galasına katılanlara tanıtıldı. 11 Ağustos'ta Cumhurbaşkanlığı hizmetlileri ve milletvekillerine, 15 Ağustos'ta da üniversite öğretim üyeleri ve edebiyatçılara yeni alfabe tanıtıldı. Türkiye'de 1 Kasım 1928 tarihinde de latin alfabesi kabul edildi.
Latin harflerine geçilmesi önerisi, 1923'te Kâzım Karabekir tarafından "İslam'ın bütünlüğüne zarar vereceği" gerekçesiyle reddedilmişti. Ancak tartışma basında geniş yer bulmuştu.
Tarihi bazı bilgilere bakınca şu anki durumu bir kıyaslarsak aklımıza bazı sorular takılıyor. Acaba cumhuriyeti kuranların körü körüne bağlı oldukları kişi yada kişiler mi vardı. Şayet yoksa cumhuriyeti kuranlar mı tamamı müslüman olan halkı dinden uzaklaştırmak istediler. Bence her ikisi de vardı. Neden mi ? Eğer akıl hocaları olmasaydı devrimlere gerek olmadan birlik içindeki halkı bölecek böyle hareketlerin içine girmelerine gerek yoktu.
İngiltere başbakanı David Lloyd George;‘'Şu elimdeki  Türklerin taptığı kitaptır. Kuranı Kerim... Biz bu milleti tam 300 yıldır bu kitaptan ayırmaya ve dinlerinden uzaklaştırmaya çalışıyoruz. Zira, bu kitap Türk'lerin elinde olduğu ve onlar bu kitaba göre amel ettiği  sürece, bütün dünyanın orduları bir araya gelse, yine de Türkleri yenemezler’’demişti.
Cumhuriyeti kuranların ingilizlere borcu vardı onun için harf devrimiyle kuran-ı kerim’in okumasını bile unutturmaları lazımdı. Sadece o da yetmez, ırkçılık da olmalıydı! Çünkü demografik yapı bozulmalı
Türkler zayıf bırakılmalıydı ki gelecekte yok edilmeleri kolay olsun. Yetmezdi! Kültürleri de değiştirilmeliydi!  Nasıl mı? Kıyafetleri, türküleri, oyunları ve sabah selamlaşmalarına kadar devlet her şeyi tanzim etmeliydi ve hemen  başlamıştı. Laiklik Avrupa da o tarihte sadece Fransa’da vardı. Yeni cumhuriyetin laik olması lazımdı. Çünkü İslam ülkelerinin gözünden düşürülüp yardımlarının kesilmesi gerekiyordu.
İşte; bu gün ülkemizin yaşadığı ve yaşayacağı sıkıntının temeli bu devrimlerle başlamış oldu..Amaç Türklerin elinden  kur'anı almaktı. Kur’andan uzaklaşan Müslümanlara adı İslam olan her dini kabul ettirmek daha kolay olacaktı.  Dini asimilasyon o tarih itibarıyla hızla başladı. Kurulan yüzlerce tarikat el altından piyasaya sürüldü. Hakiki ehl-i tarik devlet tarafından bozuk ilan edilerek ya sürgün edildi yada vatana ihanet suçundan idam edildi. Aydın din adamları süratle yetiştirilip camilere yerleştirildi. Yeni dinlerimiz hayırlı olsun.
Said (nursi)kürdi de bu menfur planın dini ayağının bir neferiydi ve görevini başarıyla yürüttü.’’ Muhammed-i Arabi Aleyhissalatü Vesselam’’ diyerek ırkçılığı ve ardından güney doğuda kürtçülük akımını başlattı. Dine sayısız bid’atı  yerleştirdi ve hatta Hırıstiyanların Müslüman olmasına gerek yok, hırıstiyan olabilirsiniz diye fetvasını da verdi.’’Ey ehl-i kitab! İslamiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur. Size ağır gelmesin!  Zira, size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor. Ancak, itikadınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzere bina ediniz; diye teklifte bulunuyor’’. İşaretül icaz 1978 baskısı sahife 53)
Halefi (feto) da Muhammedi(sav) tasdik etmeye gerek görmüyor, (Yani La İlahe İllallah demek yeterlidir, Muhammedür Resulullah demeye gerek yoktur.) diyor.
Şimdi herkes soruyor bu (feto) deccalının ardına insanlar neden düşüyor?  İşte cevabı; 88 yıldır bu milletin inancına yapılan baskı ve onu sömüren deccallar!! Acaba batı bizi elindeki dini alternatiflerden hangisiyle vurmaya hazırlanıyor? Cevabı gayet açık. Dinde reform yapacağız, günümüze uymayan tüm hadisleri kitaplardan kaldıracağız. Hangi sünnete uyacağımıza  diyanet karar verecek!!! Bundan sonra da diyanetin bize dayatacağı yeni dine karşı oluşacak din temelli ayrışmalar…Dini bilmeyen dincilerle aydın olduğunu zanneden akılcıların savaşı… Allah(cc) bu yüce millete yardım etsin, işimiz ahirette zor.
‘’Ama siz, birbirinizi öldüren, içinizden bir kesime karşı kötülük ve zulümde yardımlaşarak; size haram olduğu hâlde onları yurtlarından çıkaran, size esir olarak geldiklerinde ise, fidye verip kendilerini kurtaran kimselersiniz. Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar
azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü Allah(cc) yaptıklarınızdan habersiz değildir.’’
Bakara suresi/85 
                                                                                                                                          
Vesselamu ala menittebeal huda
esrari/2016                 
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

BİRLİK ZAMANI

Hamd; alemleri yaratan, yaşatan, koruyan, rızıklandıran Allah(cc)’a ve Selam; onun son peygamberi ve alemlere rahmet olarak gönderdiği habibi resulu MUHAMMED (sav)’e ve tüm peygamberlerine ve onların al ve ashabına ve Allah(cc)’ın tek ilah olduğuna ve Hz MUHAMMED(sav)’ in onun kulu ve son peygamberi olduğuna inanların üzerine olsun.

Tefrika: Ayrılık, bozuşma, ara açılması, nifak birlik ve beraberliğin bozulması. Birlik ve beraberliği sağlayan unsurların ortadan kaldırılması. Tabii olarak da nifak ve düşmanlıkların artma, ardından da bölünmenin başlaması. Tarihin yazılmasının sebeplerinden en önemlisi ondan ders almaktır. Tarihi bilmez ve ders alamazsa, o milletin birliğinin bozulması daha kolay olur. Onun için büyüklerimiz tarihinden ibret almayı ancak geçmişe takılıp kalmamayı tavsiye etmişlerdir. Geçmişe takılırsak geleceğimizi inşa edemeyiz.

Yaşadığımız asırda başımıza gelenlerin sebebi birliğimizi ve berberliğimizi kaybettiğimiz içindir. Önce mezheplere bölündük; yetmedi cemaatlere, o da yetmedi ırklara bölündük; her ırk kendine bir din ihdas etti. Böylece ne birlik kaldı ne de beraberlik. Sebebi ise Yüce peygamberimizin sünnetlerini terk edip, cahil zümrelerin ardına düşmemizdir. Hadis-i şeriflerde bize açıkça bildirilmiş olduğu halde ayrılığa düştük. Bir olan Allah(cc)’a, aynı kitaba, aynı Peygambere inanıyoruz, aynı kıbleye yan yana omuz omuza duruyoruz ama sıra birbirimizi desteklemeye gelince neden dinimizle alay edenlerin safındayız hiç düşünmez misiniz?
Nedeni gayet açık. Ekonomik çıkarlarımız, partimizin cemaatimizin tarikatımızın derneklerimizin çıkarları. Halbuki kuran’ın ayetiyle Resulullah (sav)’ın hadisiyle biz müminler kardeş ilan edilmişiz. O halde neden kardeşlerimizi değil de başkalarını destekliyoruz ?

Tarihe bakarsak insanların birlik ve beraberlik içinde yaşadıkları dönemlerde mutlu ve huzurlu olarak yaşadıklarını, birliklerinin bozulduğunda da en acımasız savaşlara maruz kaldıklarını görürüz. İnsanları birlik ve beraberlik içinde tutan ve yaşatan ana unsurlar vardır ki bunlar olmazsa birlikten ve beraberlikten eser kalmaz. Bu unsurlar birlik ve beraberliğin olmazsa olmaz unsurlarıdır.

Tarih boyunca olan büyük savaşların geçmişte de günümüzde de dört ana sebebi vardır. Birinci ve en önemli sebep Din, ikincisi ekonomi, üçüncüsü vatan, dördüncüsü dil ve bayraktır. Fakat savaşa gönderilenlerin temel birliğindeki ana unsur ise dindir. Hiçbir insanın bu unsurlardan birkaçı olmadan savaşa ikna edemezsiniz.. Mutlaka din merkezli bahaneleriniz olursa o zaman değişir. İşte bugün batının demokrasi götürme adı altında yaptığı DİN savaşıdır. Günümüzde herkes in kendinden de saklamaya çalıştığı ana unsur dinler savaşıdır.

Milletlerin inanç birliği o kadar önemlidir ki hiç bir millet kendi inancında olmayan sembolü bayrak yapmaz. Örnek Müslümanların bayrağında hilal, Hıristiyanların bayrağında haç, Yahudilerin bayrağında yıldız vardır. Hiç biri birinin bayrağını kabul etmez. Vatanına dikmez.

O halde birlik ve beraberliğin ana unsuru din ve bayraktır, ırktır, dildir. Üçüncü unsur, bu değerlerin yaşanacağı coğrafya yani vatandır ki Vatan olmazsa bu unsurlar yaşamaz yaşatılmaz. Bu unsurların toplamına hürriyet ve bağımsızlık denir. Hürriyeti olmayanın hiçbir şeyi olmaz. HÜRRİYETİ OLMAYANIN DİNİ OLMAZ.

Milletler her zaman bu unsurlar için savaşırlar. Onun için bir milleti yıkmak, asimile etmek için en önemli şart dini yok etmek, dini değerleri değiştirmektir. Dini değiştirmek için o dinin mensuplarını, inanç ayrılıklarına düşürmektir. Bu başarılırsa o milletin artık birliği dağılmış olur. Sonunu ancak Allah(cc) bilir.

Yüce Mevlamız bu tehlikeye karşı insanları uyarıyor.

‘’Dinlerini parça parça edip gruplara ayıranlar var ya senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi yalnız Allah (cc)’a kalmıştır. Sonra Allah(cc) onlara yaptıklarını bildirecektir.’’
Enam Suresi/159


‘’Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayın .Bunlardan ) her fırka , kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.’’
Rum Suresi/32

Dinlerini parçalayanların insanlara zararlı olduğunu ve bundan dolayı cezaya çarpılacaklarını da çok açıkça bizlere bildiriyor, ikaz ediyor, tavsiye ediyor ve uyarıyor.

Buyuruyor ki; ‘’Hep birlikte Allah(cc) ın ipine (İslam'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah(cc)’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de, O gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kişiler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah(cc) size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.’’
Ali-İmran Suresi/103


Ayrılığa neden düşüyoruz? Birinci sebep dinimizi bilmiyoruz! Emirlerini bilmiyoruz! Çünkü batı üç yüz yıldır bizi dinimizden uzaklaştırdı. Nasıl yaptı bilmiyorsanız doğrusunu öğrenin. Ama yaşanan hayata bakarak öğrenin. İki sihirli kelimeyle bizi parçaladılar "demokrasi ve laiklik.’’

Demokrasi; özgürlük (azınlığın çoğunluğa tabi olması), laiklik ise din ile devlet işlerinin ayrı olması. Özgür olacaksınız denince dinimizi bıraktık özgürlüğü tercih ettik. O zaman dinimizle yasalar arsında bocaladık. Tam da batının istediği gibi olduk. İçimizdeki gizli adamlarıyla hemen din gayreti çığırtkanlığı, propagandasını başlattılar. Biz de din gayretiyle dinimizi kurtarma telaşına düştük. Demokrasinin özgürlüğüne sarıldık. Asıl işte o zaman tuzağa düştük. Neden derseniz partileşmeye başladık. Zaten yıllarca yapılan çabalarla ayrılmış olan din adamlarımızın her biri bir partiyi tuttu; biz de peşlerinden koştuk. Geçen zaman içerisinde biz birbirimize karşı savaşa başladık ve devletlerimizi yıktık, perişan ettik ama yine ders alamadık. Nedeni ise artık elimizde İslam adına sadece namazımız kaldı.
İslam’ın tüm değerlerini tüm hükümlerini partimizin ya da cemaatimizin liderinin sözünde gördük. Maalesef işte laik, demokratik, bölünmüş, parçalanmış ve dağılmış bir ümmet haline geldik.

ABDULLAH İBN-İ AMR radiyallahu anhuma dan rivayete göre:
Nebi(sav)in şöyle buyurduğunu işittim demiştir: Allah(cc)u Teala ilmi size ihsan buyurduktan sonra hafızanızdan söküp almaz. Lakin cemiyetin ilim adamlarını ilimleriyle beraber cemiyet içinden alır. Artık kara cahil bir zümre kalır. O sırada halk bunlardan dini ihtiyaçlarını
soracaklar. Onlar da (şahsi) rey ve arzularıyla cevap vererek hem halkı idlal (doğrudan hakikatten ayırmak) edecekler, hem de kendileri delalette kalacaklar.

(Sahihi buhari muhtasarı Tecrid-i sarih tercemesi/2174

İŞTE BU HADİS-İ ŞERİF BİZİM İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ DURUMUN ÖZETİDİR.

Eğer kuran ve sünnete tabi olursak ümmet olarak birliği beraberliği kardeşliği seçeriz ve şu ayeti kerimeyi düstur ediniriz de İnşallah birlik ve beraberlik içinde kurtuluruz.

‘’ Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, peygambere de itaat edin, sizden olan yetkililere de. Sonra bir şeyde anlaşmazlığa düştünüz mü, hemen Allah(cc)'a ve Peygamberine arz edin onu, eğer Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanan müminler iseniz bu hem hayırlı hem de netice itibariyle daha güzeldir.’’

Nisa Suresi/59

Bizler ne zaman ihtilafa düştükse hep cahillere sorduk, akıllarına uyduk. Halbuki kuran ve sünnete göre çözüm arasaydık asla ayrılığa düşmezdik, çünkü hakikate tabi olurduk .

Bakınız Resulullah(sav) ne buyurmuşlar? Çözüm bundadır.
Ebu Hureyre (r.a)dan Resulullah (sav) efendimiz şöyle buyurmuştur. Zandan sakınınız. Çünkü zan sözün en yalanıdır. Kulak hırsızlığı yapmayınız. Gizli, mahrem konuları araştırmayınız. Birbirinizle yarışa tutuşmayınız. Birbirinize kıskançlık yapmayınız. Birbirinize kızmayınız. Birbirinize sırt çevirmeyiniz. Ey Allah(cc)’ın kulları! Size emredildiği gibi kardeş olunuz. Müslüman Müslüman’ın kardeşidir, Ona haksızlık, (zulüm)etmez. Onu yalnız bırakmaz, onu küçük göstermez.

Şüphesiz Allah(cc) sizin ne şekillerinize ne de dış görünüşünüze bakar. O ancak sizin kalplerinize ve yaptığınız işlerinize(amellerinize) bakar.

Riyazüssalihin/ 1574

Basireti olan kalbine kulak verir, geçmişten ibret alır, dünya ve ahiretini kurtarır. Dünya hayatının süsüne aldanıp da Allah(cc)’ın emirlerinden ayrılmaz. Kalpleri kör olanların ardına düşmezler. Kendi gayesi için insanların canlarına kast etmez. İnsanları aldatmaz, zalimlerle dost olmaz, söz verdiği zaman da sözünde durursa işte o gerçek mümindir, basiret sahibidir. Allah (cc) tüm insanların basiretini açsın da kur-andan ders alsınlar.
Tefrikaya düşen milletlerden de ders alalım da ayrılığa düşmeyelim. Birlik zamanı bir olalım, kurtulalım. Çünkü Allah(cc)’ın Rahmeti ‘’BİRLİK’’tedir.

Dolayısıyla bulunduğumuz hal kendi istediğimize göre, bulunduğumuz duruma göre Yüce Rabbimizin bize verdiğidir. Tefrika ile ilgili yazdıklarımızı İstiklal Marşı şairimiz Merhum Mehmet Akif Ersoy iki mısrada ne güzel anlatıyor.

‘’Girmeden bir millete tefrika düşman giremez.
                         Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.’’                                    
    Esrari      16/3/2017

 

 

 

[email protected]